Kelimelerin Gücüyle Çocuk Ruhuna Dokunmak: Aşırı Sinirli ve İnatçı Çocuğa Nasıl Davranmalı?
Edebiyat, insana kendini ve ötekini anlama imkânı verir. Her karakter, her hikâye, her kelime aslında ruhun aynasıdır. Bir çocuğun öfkesine, inatçılığına ve sessiz çığlıklarına da bu aynadan bakabiliriz. Çünkü bir çocuk, tıpkı bir karakter gibi, yaşadığı dünyayı kelimelerle değil duygularla anlatır. Biz yetişkinlerin görevi, o duyguların dilini çözmektir.
Çocuğun Öfkesi: Bir Karakterin İç Monoloğu Gibi
Victor Hugo’nun “Sefiller”’inde küçük Cosette’in korkularına nasıl dokunuyorsak, sinirli bir çocuğun da iç dünyasına aynı duyarlılıkla yaklaşmalıyız. Öfke, bir çocuğun savunma biçimidir. Tıpkı Dostoyevski karakterlerinin kendi karanlıklarıyla mücadele etmesi gibi, bir çocuk da kendi iç fırtınalarıyla savaşır. Sinir ve inat, dış dünyayı kontrol etme çabasının en saf hâlidir. Onu bastırmak değil, anlamlandırmak gerekir.
Bir çocuğun öfkesine karşı sabırla durmak, tıpkı bir yazarın karakterini çözmesi gibidir. Anlamadan yargılamak, metni okumadan eleştirmeye benzer. Bu yüzden ilk adım, öfkenin nedenini duymaktır. Çünkü çocuk, bazen sadece “duyulmak” ister.
İnat: Karakterin Direnişi, Ruhun Savunması
İnatçılık çoğu zaman olumsuz bir davranış olarak algılanır. Oysa edebiyat bize direnişin bazen varoluşun en masum hâli olduğunu gösterir. Kafka’nın Gregor Samsa’sı dönüştükten sonra bile kendi varlığını korumaya çalışır. Bu bir inattır ama aynı zamanda kimliğini kaybetmeme çabasıdır. İnatçı bir çocuk da benzer bir şekilde, kendi sınırlarını çizmeye çalışır. “Ben buradayım” demenin çocukça ama güçlü hâlidir bu.
Ebeveynin görevi, bu direnci kırmak değil; yönlendirmektir. Çocuğun inadı bir tür karakter inşasıdır. Ona sabırla, anlayışla ve güvenle yaklaşmak, çocuğun duygularını inkâr etmeden olgunlaştırmak demektir. Bir karakter nasıl kendi hikâyesini buluyorsa, çocuk da güvenli bir alan bulduğunda kendi duygusal hikâyesini yazabilir.
Edebiyatın Öğrettiği Sabır: Kelimelerle Terbiye Etmek
Bir anne ya da baba, aslında bir anlatıcı gibidir. Her davranışı, her sözü, çocuğun hikâyesine bir cümle ekler. Eğer bu cümleler yargı doluysa, çocuk kendini bir “yan karakter” gibi hisseder. Ama eğer kelimeler sevgiyle ve anlayışla kurulmuşsa, çocuk kendi hikâyesinin kahramanı olur.
Bir çocuğa sabırla yaklaşmak, kelimelerin dönüştürücü gücüne inanmaktır. Ona “Neden sinirlendin?” demek yerine, “Seni ne üzdü?” demek; “Yine inat ediyorsun” yerine “Bu senin için neden önemli?” diye sormak, duygulara alan açmaktır. Edebiyatın bize öğrettiği en temel şey budur: Anlamak için dinlemek, dönüştürmek için sevmek.
Modern Masallarda Çocuk Ruhunun Yankısı
Modern çocuk edebiyatı da artık bu gerçeği fısıldıyor. “Küçük Prens”’te öfke yoktur ama anlaşılmamanın hüznü vardır. “Matilda”’da inat, adaletsizliğe karşı bir duruştur. “Pinokyo”’nun yalanları bile, sevilme arzusunun birer maskesidir. Bu karakterlerin hepsi, çocuğun iç sesini temsil eder. Her birinde öfke, inat ve sevgi iç içedir. Ve her birinde bir yetişkinin anlayışıyla yeniden doğma umudu gizlidir.
Son Söz: Çocuğa Bir Hikâye Gibi Yaklaşmak
Bir çocuğun siniri ve inadı, onun kendi hikâyesini yazma biçimidir. Biz yetişkinler, o hikâyede editör değil, sadece sabırlı okuyucular olmalıyız. Çünkü çocuk, kelimelerden önce duygularla konuşur. Onu anlamak için bazen sessiz kalmak, bazen de sadece yanında olmak yeterlidir.
Edebiyat bize şunu öğretir: Her öfke bir cümledir, her inat bir paragraf. Eğer biz doğru okursak, çocuk kendi hikâyesinin sonunda mutlaka gülümser.
Etiketler: #çocukpsikolojisi #edebiyat #aile #sabır #iletişim #çocukegitimi #duygusalzekâ
Yorumlarda siz de edebiyatta öfke ve inat temalarını hatırlatan karakterleri paylaşarak bu duygusal anlatıya katkı sunabilirsiniz.